Gurbette Hasbihal / Teneke Tekne

“Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan,
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan,
Dönmeyen gemiler olduk açıktan,
Adımızı soran, arayan var mı?”

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Selam Olsun” şiirinden.

* * *

Zeytinyağı tenekesinden yaptığımız tekneleri hatırlayanınız var mı? Ellerimize bir zarar vermemek için büyük özen göstererek, neredeyse körelmiş bıçağın kenarına çekiçle ya da yoksa taşla vurarak üst ve altını keserek ayırdığımız, sonra yine çok özen göstererek katlayıp açarak tekne şekline soktuğumuz (ama illaki bir şekilde elimizi hep kestiğimiz). Ortasına tahta sapladığımız, önünde ipi sokacak bir delik açtığımız o el emeği göz nuru, ilkel mi ilkel, basit mi basit teknelerden bahsediyorum. Deniz durgunsa denizde, değilse dere ağzında ya da derede yüzdürerek yarıştırdığımız tekneler.

Hem biz, hem ülke yoksuldu, oyuncaklarımız ya kendi imalatımızdı ya da en ucuzundan plastik. Teneke teknemizin yanında tahtadan arabalarımız vardı. Ya küçücüktü ahşaptan oyardık, ya da büyüktü kendimiz binerdik, mantardan tekerlekleriyle. Bisiklet çok uzaktı bize. Kaçımızın bisikleti vardı ki? Yaşım oldu 50, hâlâ bisiklete binmeyi beceremem. En yakından gördüğüm bisikletin de üzerinde ender varken tekerine çomak sokmuştum (sahi niye yapmıştım, hatırlıyor musun Ender?)

Ya “Vatan Plastik” marka arabalarımız? Hepimiz birer ralliciydik onlarla, hep Murat 131 model olsa da. 15 santimlik boyuyla dünyadan büyüktü bizim için. Bir buçuk metrelik, bir ucu direksiyon şeklinde yuvarlatılmış, diğer ucu V şekli verilmiş ve arabanın tavanında açtığımız deliğe soktuğumuz tellerle yönlendiriyorduk onları. Bulabildiğimiz plastik parçalarıyla, olmazsa kartonla çamurluk yaptığımız, annelerimizden ablalarımızdan arakladığımız pullarla rengarenk bir hale getirdiğimiz hazinelerimizdi onlar. (17 yaşında İstanbul’a ilk geldiğimde, Kartal’da, yol kenarında, otobüsün penceresinden “Vatan Plastik” yazılı tabelayı görünce içimi büyük bir sevinç kapladığını hatırlıyorum.)

Oyunumuz da oyuncaklarımız da çırılçıplak gerçekti. Sahiciydi her şey. Yan yana, birbirimize dokunarak, hissederek oynardık. Oyuncaklarımızı da öyle. Hem yapar hem oynardık. Bugünkü gibi bir ekranın ardında, tanımadıklarımız değildi oyun arkadaşlarımız.

Çocuklarınıza, torunlarınıza anlatın bunları, belki aynısını yapamayacaklar, yaşayamayacaklar, ama mutlaka anlatın. Hem sizi daha iyi anlarlar, hem bir şeylerin kıymetinin farkına varırlar. Bugün devasa bir oyuncak sektörü içinde, kendi hayal güçlerinden bağımsız, büyük endüstrinin onlara dayattığı hayal gücünü yaşıyorlar. Her şey hazır, hiçbir katkıları yok neredeyse bu hayal gücüne. Kendi imgelerini değil, var olan imgeleri kullanıyorlar oynamak için.

Ve bu sınırsız oyuncak çeşitliliğinde, “yokluk” kavramından uzakta, hep bir “varlık” içindeler. Oysa varlığın kıymeti, ancak yokluk bilinirse bir kıymettir. Yoksa her şey zaten hep var onlar için.

Sevgiyle ve dostlukla kalın.

* * *

www.facebook.com/iskefiyeli68

kaynar.yavuz@gmail.com

Yorumlar

Popüler Yayınlar