Kürt Sorununun Tarihi ve Çözüm Yolları - 2

Yenenler YenilenlerinTarihini Yazar.
1908 Meşrutiyeti’nin ardından İstanbul’da kurulan Kürt örgütleri, yayınları ve aydınları, Kürtler için ’demokratik haklar’ istediler. Ancak aynı kadrolar bu taleplerine karşılık bulamayınca 1919-1920 ‘li yıllarda ayrılma veya özerklik için mücadele ettiler. Bu eğilim Kürt coğrafyasında da etkin görüş olmuş, diyaspora Kürtleri ile Kürt coğrafyasında yaşayan Kürtlerin ulusal taleplerinde, bir uyum ve paralellik kurulmuştur. I. Dünyasavaşı sonrası Türkiye toprakları itilaf devletleri arasında paylaşılmış veegemenliği sınırlandırılmıştır. Kürt coğrafyası İngiliz ve Fransızlararasında pay edilmiştir. Bu iki itilaf devletinin birinin ya daher ikisinin himayesinde Kürdistan kurmak fikri, geniş bir Kürt kesim tarafından benimseniyor olsa da buna, Kürtler’in Osmanlı Devleti ile olan tarihsel ve kültürel bağları nedeni ile Osmanlı Devleti’nin himayesinde özerkliği gerekli gören küçümsenmeyecek bir direnç de vardı. Bu dönem ülke coğrafyasının zor yıllarıdır. Umutile umutsuzluğun, direnmek ile teslim olmanın, kazanmanın ve kaybetmenin birbirine en yakın durduğu yılardır. Örneğin; aralarında İsmet İnönü, Halide Edip Adıvar ve Refet Bele gibi bir çok Türk yurtsever insanı, Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nın başarılı olamayacağını düşünerek, ehven-i şer olarak Amerikan mandasını kabul etmek istemişlerdir. Halide Edip’in 10 Agustos 1919 tarihli Amerikan başkanı Wilson’a yazdığı ya da İsmet İnönü’nün Kazım Karabekir’e gönderdiği mektuplarda açıkça Amerikan mandası dışında bir yol görmediklerini ifade etmeleri gibi. Zira aynı dönem Kürt’lerin deağırlıklı bir kesimi, İngiltere mandasında Kürdistan kurmak istemişlerdir. Emin Ali Bedirhan (Kürt Teali Cemiyeti Başkan Yardımcısı), Sabri (Kürt Ögrenciler Birliği Başkanı),Kemal Fevzi (Kürt Basını Adına) altına imza atıkları 24 Mart 1920 tarihli ‘Majestelerinin Biritanya Başbakanı’na’ başlıklı mektupta, bağımsız Kürdistan için İngiltere’nin yardım ve himayesini talep etmişlerdir. İki ayrı ulusal topluluk adına iki ayrı itilaf devletine yapılan bu başvurular içeriği ve talepleri bakımından aynı olmasınakarşın, Halide Edip ve bu paralelde düşünen İsmet İnönü tarihte yurtsever ve anti-emperyalist olurken, Kürt aydınlarının emperyalist işbirlikçisi olmalarının tek izahı, tarih kavramının ideolojik içerikli olmasıdır. Yani tarihin, ezenin ve yenenin aklamakve yaptıklarının ne kadar haklı olduğunu anlatmak üzere yazılıyor olmasındandır. Yenilen yurtsuz ve tarihsizdir. Yenen, yaşanan dünyanın hakimidir, tarih onun tarihidir. Bu durumu en güzel ‘resmi tarih’ ifadesi açıklar.

Mustafa Kemal Atatürk’ün çözüm modeli
14 Ocak 1922 günü yurt gezisine çıkan Mustafa Kemal Paşa’ya, 17 Ocak 1922 günü İzmit’teki durağında Vakityazarı Ahmet Emin (daha sonra Yalman soyadını aldı) “Kürt meselesine değinmiştiniz. Kürtlük sorunu nedir? Bir iç sorun olarak değinseniz iyi olur.” diye soruyordu.
Gazi Paşa’nın yanıtı şöyleydi:

Kürt sorunu, bizim, yani Türkler’in çıkarları için kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bizim ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede kaybede, Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur ki Kürt adına bir sınır çizmek istersek Türkiye’yi mahvetmek gerekir. Örneğin, Erzurum’a giden Erzincan’a, Sivas’a giden Harput’a kadar giden bir sınır çizmek gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürtleri de göz önünde tutmak gerekir. Bu nedenle başlı başına bir Kürtlük düşünmekten çok anayasamız gereğince zaten bir çeşit özerklik oluşacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendileri için sorun çıkarırlar. Şimdi Büyük Millet Meclisi hem Kürtler’in hem de Türkler’in yetkili temsilcilerinden oluşmuştur. Ve bu iki öğe bütün çıkarını ve bütün kaderlerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmek doğru olmaz.

M. K. Atatürk’ün 80 yıl önce tanımladığı toprağa bağlı olmayan özerklik, günümüzde Kürtler’in ve bir kısım solcu ve sosyalistin savunduğudemokratik özerklik denilen kavrama ne kadar yakın bir muhtevada dile getiriliyor. Çözümü realize etmese de Kürtler’i tanıyor ve çözüm konusunda da son derece donanımlı. Bu noktadan red siyasetine nasıl evrildi? Bunun yanıtı, başta Kürtler’e ihtiyaç duyanTürk ulusalcıların, rejimilerini pekştirince, T.C.’nin tek ulus siyasetini egemen kılarak asimilasyon politikasını devreye sokmasındadır. Bugün bakıldığında muazzam bir başarı görmek mümkündür. Ancak Kürtler’i tarihten silmegirişimi, bu coğrafyadamaddi ve manevi ağır bedeller ödetmiştir. Öte yandan Türkler açısından ise tarihleri hakkında eksik ve yanlışbilgiler edinmeleri ile sonuçlanmıştır. Ve tarihine yabancı bir toplum yaratmıştır. Bu saikle bilmediği tarihle yüzleşmemiştir. Tarihin sırtına verdiği kamburla sorunlar yumağına boğulmuştur.

Osmanlı Kürdistanı’nın Parçalanması
Kürdistan’ın kalıcı parçalanmasında ikinci adım I. Dünya Savaşı sonrasıdır. Osmanlı Kürdistanı’nın bir bölümünü Osmanlı’dan koparan savaşın galibi İngilizler ve Fransızlar; bu bölümü daha sonra Irak ve Suriye devletleri arasında da böldüler. Dolayısıyla 1920’li yıllarda Kürdistan 4 farklı devletin egemenliği altına girdi.

Kürt Halkı’nın uluslaşma süreci böylece dört ayrı egemenlik altında, maruz kaldığı, zor ve baskı yoluyla asimilasyon ve sömürgecilik politikalarıyla kesintiye uğratıldı. Kürtler üç ayrı alfabe ile okumak ve yazmak zorunda kaldılar. Üç ayrı dili konuşan egemen devletlerin kültürel reddini ve inkarını yaşadılar. Genel olarak Sorani ve Kırmançi lehçeleri ile bunların alt lehçelerinin, ulusal bir Pazar, edebiyat ve kültür potasında erimesi önlendi.

Kürtler her dört parçada da ulusal ve kültürel kimliklerinin red ve inkarına karşı çeşitli ayaklanmalar gerçekleştirdiler. Kürtler yaşadıkları ülkelerdeki coğrafi, sosyolojik ve siyasi faktörler nedeniyle, tabi tutuldukları rejimle farklı ilişkiler geliştirdiler.

Cumhuriyet’in Kodladığı Kürt Kollektifleri
Kürt sorunuT.C. devletinin ortaya çıkardığı bir sorun değildir. Osmanlı’dan devir alınmıştır. Ancak T.C. sorunu çözme potansiyeline sahip olmasına karşın, çözmek yerinered ve şiddet yollu asimilasyon siyaseti izlemiştir. Kendimerkezi iktidarını konsolide ederken, ‘Kürt yoktur’ demiştir ancak kendi iktidarına karşı Kürtler’in gösterdigi kolektif karşı çıkışı da yeniden kodlandırmak durumunda kalmıştır. Bu kodlar bazen Kürt başkaldırılarına ‘’irtica ‘’ olarak, bir başka zaman feodalizm olarak, bir başka zaman ‘emperyalizm ile işbirliği yapan genç Cumhuriyet’in düşmanları’ şeklinedekodlamıştır. Kuşkusuz ulusallığın saf bir ulusallık bağlamında kalması, bağlam dışı biçimleri (ataerkil, dinsel-toplumak ilişkileri vs.) tümden yadsımaz ve dışlamaz. Bu durum ulusal olmanın reddi anlmına da gelmez. Kürt hareketleri bubağlam dışı özelikleri çeşitli ağırlıklarda kendi içinde barındırmıştır. Barındırmaya devam da etmektedir. 1970’li yılarda kodlama ‘geri kalmış bölge, aşiret yapısı sürdüren bölge’ nitelemesine bürünmüştür. Anti demokratik Osmanlı modernleşmeci hareketinin devamı olan Cumhuriyet iktidarının resmi ideolojisi olan ve kitleselleşerek popülerleşen modernleşme ideolojisi açısından aşiret ilişkilerinin yok edilmesi akılcılıgın gereği ve zorunluluğudur. Bu durumda Kürtler’in geri ilişkilerini, modernliğin rasyonel araçları ile (zorunlu göç, zorunlu iskan, köy yakma, asimilasyon vb.) çözmeye çalışmak meşrudur. T.C. Kürt dememek adına bir dizi kodlama yaparken, dağda ölenlerin sünetsiz olduklarını ifade ederek modernizmin arkaik saydığı ‘’irtica’’yı da pardoksal biçimdekullanmaktan geri kalmadı. Ya da ‘bunlar Ermeni çocuğudur’ diyerek Hizbil-Kontra gibi örgütler yaratarak, Kürtlerin kolektif karşı çıkışlarını, isyanlarınıkanlı biçimde bastırırken, her türden kötülüğün de kaynağı olarak kodlamıştır. Sorunun ulusal boyutunu reddederken, ‘evet bir sorun var ama Kürt Sorunu değil’ saikiyle kodlayarak izah getirmiştir. Kürt hareketlerinde içsel olan kimi özeliklerlerleri esas alarak kodlamıştır. ‘Kürtsorunu yok, irtica sorunu var’, ‘Kürt sorunu yok, geri kalmışlık sorunu var’, ‘Kürt sorunu yok, feodalizm var’, ‘Kürt sorunu yok, emperyalist devletlerin ülkemiz özerindeki emellerine alet olan bir avuç hain var’, ‘Kürt sorunu yok, sünnetsiz Ermeni uşakları var’.

Takrir-i Sükûn Kanunu (Huzurun Sağlanması Yasası)
4 Mart 1925’te TBMM’de kabul edilen bir kanun. 1925 Şubat ortalarında Şeyh Said İsyanı patlak verince, Doğu Anadolu’da hemen sıkı yönetim ilân edildi. Fethi Bey (Okyar) düşürüldü ve yeni hükümeti 3 Mart’ta İsmet Paşa kurdu. Yeni hükümet ilk iş olarak Takrir-i Sükûn Kanunu’nu Meclis’ten geçirdi ve biri isyan bölgesinde, öteki Ankara’da 0lmak üzere yurdun geri kalan bölgelerinde çalışmak üzere iki İstiklal Mahkemesinin kurulmasını kararlaştırdı. Diğer taraftan ordu birlikleri harekete geçirildi. Yapılan plânlı askerî harekât ile isyancılar dağıtılıp, liderleri yakalandı. Suçlu oldukları hükümet tarafından iddia edilenler İstiklâl Mahkemeleri’nde yargılandılar. Suçlu görülenler çeşitli cezalara (idam) çarptırıldılar. Yapılan soruşturmada isyancıların bir kısmına Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na mensup oldukları anlaşıldı. Bunun üzerine memleketteki tek muhalefet partisi de 3 Haziran 1925’te hükûmet kararı ile kapatıldı.
3 maddeden oluşan Takrir-i Sükun Kanunu’nun 1. maddesi şöyleydi:

"İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisi (toplumsal düzen) ve huzur ve sükûnu ve emniyet ve asayişini ihlale bais (bozmaya yönelik) bilumum teşkilât ve tahrikat ve teşvikat ve neşriyatı (örgütlenmeleri, kışkırtmaları, yüreklendirmeleri ve yayınları), hükümet reisi cumhurun tasdikiyle ve re’sen ve idareten man’e mezundur (kendi başına yasaklamaya yetkilidir). İş bu ef’al erbabını (bu eylemleri işleyenleri) hükümet İstiklâl Mahkemesi’ne tevdi edebilir.”Bu kanun ile bölge cumhuriyetin ilk yılarından başlayarak olağan üstü hal, sıkıyönetim benzeri idare biçimleri ve dizmece mahkemeler iletanışmış oldu. Cumhuriyet demokratikleşmek yerine totaliterleşme tecihi yapmış oluyor, Kürtleri baskı altına almak için tek partili sistemde karar kılımakta bir an teredüt etmiyordu. Kürtlerin asimle edilmesi siyaseti daha cumhuriyetin ilk yılarından başlayarak demokrasinin fedası pahasına yapılmıştır."

Devam edecek

Yorumlar

Popüler Yayınlar