Gurbette Hasbihal / Hasret
“Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!’
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!’
Nâzım Hikmet / Hasret
Uzun
bir zorunlu ayrılıktan sonra yeniden merhaba.
Zorunlu
dedik, ama sonu güzel bitiyor bu ayrılığın. Sevgili Nurettin’imizin geçirdiği
çok ciddi bir rahatsızlıktan sonra hızla iyileşiyor olması bu ayrılığın
getirdiği hasreti biraz olsun azaltıyor. Sen bize lazımsın Nurettin, kendine
daha fazla dikkat et.
Memleket
başka bir şey. Gurbette olmak bazen insanın elini ayağını bağlıyor. Hastalığı
sırasında Nurettin’den bilgi almak zordu. Çünkü insan gördüğünü daha kolay
anlıyor ve kabul ediyor. Telefonla konuşmak ya da bir başkasından bilgi almak
yetmiyor. Çünkü yüzyüze olmadan yalan söylemenin bin bir çeşidi var. O süreçte
ne kadar kendimizi huzursuz hissetsek de, geçen zaman her şeyin daha iyi
olacağını gösteriyor.
Geçmiş
olsun kadim dostum.
*
* *
Bu
biraz sevimsiz girişten sonra başka bir konuya dalalım şimdi de.
Gurbettekiler
için memleketi değerli kılan nedir? Uzakta olmanın getirdiği hasret mi? Bizleri
var eden etmenlerin nüveleri oradan olması mı? Yaban ellerde kendimize bir
kimlik yaratma isteği mi?
Belki
hiçbiri belki de hepsi. Bizim için çok değerli olan memleket, bazen “kalanlar”
için yaşanılması zor bir yer haline gelebiliyor. Daha dar bir çevrenin kendini
yenilemeye mukavemet göstermesi, eskinin halinin memnun olup, yeninin bir an
önce “kaçıp kurtulmayı” dilemesi, hareketli olması gereken sosyal yaşantının
durağanlaşmasına neden oluyor. Yeni nesil kendine bir hedef çizerken,
“memleket”ine dair hedefler çok alt sıralarda koluyor, belki de öyle bir hedefi
hiç olmuyor. Bu durumda, “memleket” halinden memnun, değişimin getireceği
faydaları umarsamayan, daha “eski”lere kalıyor. Kırk yıl önce neler
konuşuluyorsa, bugün hâlâ onlar konuşuluyor. Kırk yılda getiremediğimiz
herhangi bir yüksek öğretim kurumu gibi mesela...
Kim
niye istiyor yüksek okulu? Kimi ellerini ovuşturuyor, yeni müşteriler için.
Kimi kara kara düşünüyor “ahlakımız bozulacak” diye. Kimse düşünmüyor en kötüsü
de olsa bir yüksek okulun o küçücük kasabaya katacağı sosyal ve kültürel
değeri...
Ne
dersiniz, önümüzdeki yazı buraya biraz daha değinelim mi?
Sağlıcakla
ve sevgiyle...
*
* *
www.facebook.com/iskefiyeli68
kaynar.yavuz@gmail.com
Yorumlar