Gurbette Hasbihal / Ölüm ve Delilik

“Ölüm denizin kıyısında anacığım
Ölüm göğün yüzünde
Ölüm yerin dibinde
Ölüm soluk alışımda
Ölüm başucumda”

Ahmet Çuhacı’nın bu sözlerinden bestelenen şarkıyı Coşkun Demir ve genç yaşınca kahpece yakılarak katledilen sevgili Hasret Gültekin’den dinlemiştik.

* * *

Yine ölüm zamanları... Sanki ölüm arada yok oluyormuş gibi geliyor bize, ama zaman hep ölüm zamanı. Her an, her dakika, her saniye birileri aramızdan kayıp gidiyor. Dünyaya nereden baktığınızla ilgili olarak da ya onun yeni bir hayata başladığını düşünüyorsunuz, ya da evrendeki enerji dönüşümüne bir katkı sağladığını. Ya “nurlar içinde” yatırıyorsunuz, ya da “ışığı bol” bir yerde. Her halükarda, bir yakınımız, bir sevdiğimiz, bir tanıdığımız artık yanımızda yoktur. Onun sesini, yüzünü, yürüyüşünü artık ya fotoğraflarda, videolarda görüp izleyebileceğiz ya da hayalimizde olanca canlılığıyla yaşatağıız.

İnsanın gerçek ölümü, bu dünyada artık kimse onu hatırlamadığında, kimse onun isminden bahsetmediğinde yaşanır. Ölülerimizin çoğu ne yazık ki böyle. Unutulup gittiler, mezarlarının üzerine yeni insanlar gömdük, ya da üzerlerinden yol geçirdik. Kim hatırlıyor ki onları?..

Neden ölümle başladım? Yine peşi sıra bir sürü ölüm haberi geldi memleketimden. Yüreğimiz burkuldu, içimiz acıdı. Hep burkulacak, hep acıyacak... Son haber Nermin teyzemden geldi. Sanki bizi hiç bırakmayacakmış gibi yaşadı, hep gülen, hep koruyan, hep bilen hep hatırlayan koca bir kadındı Nermin teyzem... Gönül koymayan, affedici kocaman bir yüreği vardı. Umarım sonsuza kadar hatırlanırsın güzel teyzem.

* * *

Gelelim ölümün diğer haline, biraz da yaşarken ölmek diye tanımlayabileceğimiz deliliğe. Ama “delilik” deli olana bir şey ifade etmez, biz onu sınıflandırır ve sınırlandırırız. Oysa onların bizim çok da anlayamayacağımız bir dünyaları vardır. Bazı “delilik”lerse, gerçekte delilik değil, bir tür hastalıktır. Hatta hastalık bile değil, bir çeşit farklılıktır.

Hemen herkesin gözünde bir “Deli” olan sevgili Kadem bunlardan biridir. Kadem deli değildir, çünkü onda çok az kişide görülebilen matematik işlemlerinde uzmanlaşmış, beyni her şeyi matematiksel olarak algılamaya zorlayan, her şeyi matematiksel bir dizgede çözen algı yapısı mevcut (şu an bu sendromun adını anımsayamadım, ama bu konuda bir makale okuduğumu anımsıyorum, bulunca tekrar paylaşacağım).

Farklıydı ama biz bilmediğimizden bu farklılığını onun “deliliğine” yorduk. Ve Kadem bizim için sadece doğduğumuz günden bugüne kadar kaç ay, kaç gün, kaç dakika geçtiğini hemencecik hesaplattıracağımız bir hesap makinesi haline geldi. Kendini fiziksel olarak koruyamamaktan kaynaklı olarak da el-kol şakalarımızın bir numaralı oyuncağı. Kadem deli değildi ama biz el birliğiyle, hep birlikte onu delirttik... Neden? Çünkü bilmiyorduk onun deli olmadığını, bugün toplum içinde hepimiz gibi bir konum kazabilecek bir eğitimden geçirilebileceğini. Bilmiyorduk, çünkü haberimiz yoktu.

Kadem’i sevmeyen var mı? Eğer yoksa, henüz yaşıyorken, hem kadir bilmek hem de bir nevi bilerek-bilmeyerek ona yaşattıklarımızdan özür dilemek, bize yaşattığı güzellikleri onurlandırmak için bugünden tezi yok onun adını bir sokağa vermek İskefiyelilerin bir görevidir. Başkaları kendi “deli”lerinin heykelini dikerken, bizim onun adını bir sokağa vermemiz çok mu?

Bu kaçıncı yazışım bilmiyorum ama, o sokak tabelasını görene kadar bıkmadan yazacağım... Buradan Coşkun Başkan’a sitemim olsun...

Sevgiyle ve dostlukla kalın.

* * *

www.facebook.com/iskefiyeli68

kaynar.yavuz@gmail.com

Yorumlar

Popüler Yayınlar